Efsaneler
Naciye
İmranlı’nın Becek köyünde iki kadın hamur yoğururlar. Bunlar: “Gedek ormandan odun getirek de ekmeği pişirek.” diyerek ormana giderler. Ormanda ayı bunlara saldırır. Biri kaçıp kendini kurtarır ama Naciye’yi yakalar. Onu götürür kendi mağarasına kapatır. Mağaranın ağzına da büyük bir taş koyar. Ava giderken taşı mağazanın ağzına tıkar. Kadın çok çabalar ama taşı oynatamaz. Naciye ayının mağarasında uzun zaman kalır. Naciye’nin ayıdan bir oğlu bir kızı olur.
Bahar gelir çoban davarı alıp ormana götürür. Kadın taşın aralığından bakınca davarın içinde kendi keçisini görür. Naciye keçisini daha önce ekmeğe alıştırmış, çağırınca hemen insanın yanına gelirmiş. Keçiyi yanına çağırır. Poşusunu çıkarır, altınlarını poşuya bağlayıp keçinin boynuzlarına asar. Çobanın bundan haberi yok. Akşama çoban davarı eve getirir. Koyunlar keçiler sırayla sağılır. Sıra keçiye gelince bakarlar ki keçinin boynuzlarında altınlar asılı. Çobana soruyorlar: “Sen bugün davarı nereye götürdün, nerede yaydın? Bu bizim gelinin altınları.” Köylü; kazma, kürek, sopa ve silahlarla ormana dalarlar. Çobanın gittiği yerlere bakarlar. Bağırırlar, çağırırlar. Gelin bunları duyar ama bunlar gelinin sesini çok derinden ve az duyarlar. Bağıra çağıra birbirlerine yaklaşırlar. Köylü mağaraya yaklaşınca Naciye bağırır. Sekiz on kişi ancak taşı yerinden oynatabilirler. Bunlar, Naciye’yi alıp köye getirirler. Ayı akşam avdan döner bakar ki Naciye yok. Köye yakın bir tepe varmış o tepeye gelip çağırmış:
Oğlan ağlıyor
Kız ağlıyor
Meme istiyor
Meme istiyor
Komşular akşam kadının yanına “geçmiş olsun”a gelirler. Komşular evlerine döndükten sonra kocası Naciye’ye: “Ben seni kabul etmem, artık seninle yaşayamam; köyde adım çıktı.” der. Naciye’ye söver ve onu kovar. Naciye de buna dayanamaz. Ahıra gidip kendisini asar. Sabah gelirler ki kadın kendini asmış.
Kaynak Kişi: (1). Resmiye Özdemir
Al-Karı
“Al-Karı bizim evde varmış ha. Onu tutarlar getirirler sacın önüne korlar. Ekmek pişiriyor, hiç bitmez ekmeği. Al-Karısının elinde bereket vardır. Mesela; ekmeği bitmez, ne kadar pişirirse de hamuru bitmez elini atsa yine leğende hamur çıkar, yine çıkar. Sonu yok.
fiimdi bir evde bir merkep yahut at varsa o biniyor. O binince iğneyi hemen sokarsın o, ordan daha kaçamaz. Orda kalır. Onu getiriyorlar, ekmeğin önüne korlar. O diyor ki: “Hayrınıza ne olur, benim çocuklarım hep ağlıyorlar beni bırakın. Tövbe ederim, bilmem kaç sülaleye tövbe ederim, ben daha oraya gelmem.” Sözünü tutar daha gelmez.
Al-Karı, uzun saçlı, uzun boylu bir karı.
İnsanlara zararı elbet var. Cemal Sezgin’in karısını o götürdü. Hem karıyı götürdü hem oğlanı götürdü.
Yalnız bıraktılar içerde, o gelir ikisini de boğar.
Ondan korunmak için yastığın etrafına bir kıl, kendir dolandırıyorlar, yün tarağını oraya bırakıyorlar. Bir de iğne sokuyorlar, o öyle duruyor. Daha bir şey olmaz. Bir de erkek elbiselerini yeni doğum yapan bir kadının üzerine atsan daha ona bir şey olmaz.
Bir de at içerde olursa o atın kuyruğunu örüyor. Ona biniyor. Ahırı öyle ediyor ki tam takır ediyor, cirit oynuyor. Çok pis hayın bir millet.” (5).
Al-Karıyla ilgili bu inanç ve efsane Nazife Özdemir’in ağzından aynen aktarılmıştır.
Pepuk (Yusufçuk) Kuşu
İki kardeş dağa kenger toplamaya giderler. Kengerleri koyacakları çuvalı erkek kardeş taşıyormuş. Bunlar akşama kadar dağı taşı dolaşıp kenger toplamaya çalışmışlar. Kengerleri erkek kardeşin sırtındaki çuvala doldurmuşlar ama çuval delikmiş. Akşam olup eve dönerlerken yorulup acıkırlar. Kız, kardeşinden biraz kenger ister. Kardeşi çuvalı açar ama içinde kenger yoktur. Çocuk, ablasına çuvalda kenger olmadığını söyleyince ablası çok kızar. Öfkesine hâkim olamayan kız bir değnekle kardeşinin başına vurur. Başından darbe alan çocuk hemen orada can verir. Kardeşinin yalan söylediğini sanan kız çuvala bakıp deliği görünce kengerlerin döküldüğünü anlar. Kardeşinin gönlünü almak için yanına gelip ona seslenir ama kardeşinden ses çıkmaz. Ne yapsa da faydası olmaz. Kardeşinin öldüğünü anlar. Dünya başına yıkılır, ne yapacağını bilmez. Döner dolaşır, vicdan azabı içerisinde dövünür, ağlar, sızlar. Bu durumdan kurtulmak isteyen kız Allah’a yalvarır:
“Allah’ım ne olur annem babam gelmeden beni bir kuş et dağa çıkar.” der.
Allah kızın duasını kabul eder.
Kuş da bu olaydan sonra mayıs ve haziran aylarında gelip kengere konarak kardeşinin başına getirdiklerini dile getirir.
Bu kuş öterken şunları anlatırmış:
-Keko, peko : Erkek kardeş, kız kardeş
-Ke küşt : Kim öldürdü?
-Mı küşt : Ben öldürdüm
-Keko, peko : Erkek kardeş, kız kardeş
-Ke şuşt : Kim yıkadı?
-Mı şuşt : Ben yıkadım
-Ke helani : Kim gömdü?
-Mı helani : Ben gömdüm (2).
Karınca Efsanesi
Karıncaya sormuşlar kafan neden büyük?
-Akıllılıktan kaynaklanır.
Belin neden ince
-Kibarlıktan
Arkan neden büyük
-Pislikten (9).
Ayı Efsanesi
Hızır, birgün dilenci kılığına girip yaylaya gider. O sırada koyun yünü kırpan bir kadın, aşağıdan bir dilencinin geldiğini görünce çobanına: “fiu yünleri üzerime at da dilenci gelip yün mün isterse sahibim yok dersin.” der. Dilenci kılığındaki Hızır, çobanın yanına gelir ve Allah rızası için yün ister. Çoban da: “Sahibim yok, ben veremem.” der. Hızır da elindeki asayla yerde toplu duran yünlere vurup “Çık oradan ayı!” der. O anda yünlerin altından bir ayı çıkar. İşte ayı böyle peydah olmuştur (2).
Seyit Ali Dede Efsanesi
Efsaneye göre Seyit Ali Dede’nin geyikleri varmış. Her gün sabahleyin ormana gider, geyikleri sağar, evine helkelerle süt getirirmiş. Hanımı da sütlerin nereden geldiğini hiç merak etmezmiş.
Köylüler koyunu, ineği olmayan Seyit Ali Dede’nin evine süt getirmesini iyi karşılamamışlar.Dedenin hanımına bu sütlerin nereden geldiğini sormuşlar. O da bilmediğini söylemiş. Köylüler, Seyit Ali Dede’yi hırsızlıkla suçlamışlar. Demek ki bizim koyunlarımızı sağıyor demişler.
Kadın akşam olunca suçlamaları Seyit Ali Dede’ye söylemiş. Dede de hanımına:
-Dağdaki geyikleri sağıyorum, onların sütünü getiriyorum, demiş.
Fakat hanımı inanmamış. Akşam yatağa yatınca Dede’nin gömleğini kendi gömleğine düğmelemiş. Sabaha doğru Dede yatağından kalkmış bir kuş gibi demir parmaklı pencereden süsülerek gitmiş. Kadın, Dedenin pencereden çıkıp gitmesine hayret etmuş.
Seyit Ali Dede, sırrını öğrenen hanımına kızmış:
-Gözün kör olsun, demiş.
Kadının gözleri anında kör olmuş.
Seyit Ali Dede, ertesi gün sağdığı geyikleri köye getirmiş. Koyunların sağım yerinde, geyiklerini sağmaya başlamış. Sağdığı sütleri helkelere doldurmaya başlamış. Köylüler dedenin kerametini görünce, yaptıklarına pişman olmuşlar, dededen özür dilemişler.
Dede, yedi yıl daha geyiklerini sağmış. Ölümüne yakın, eşini yanına çağırmış, tekrar gözlerin iaçmış: Köylülerden helallık alıp, Hakk’a yürümüş.
İnanışa göre o günden sonra her cuma akşamı üç geyik iner, dedenin mezarındaki kurumuş otları ayaklarıyla temizleyip, ziyaret yerini terk ederlermiş. Kaynak şahısların ifadesine göre bu gün de geyikler dedeye niyaz için dağdan iniyorlarmış.*